YEŞİL EKONOMİ ALET ÇANTASI

Küresel ölçekte ‘yeşil’ dönüşümün her bir unsurunun oldukça popülerleştiği bir dönemden geçiyoruz. Bu popülerlik, 1960’lı yıllarda yeni toplumsal hareketler içerisinde ortaya çıkan ve gittikçe güçlenen yeşil hareketin, gözettiği ilkelerin aksi bir durumu da ortaya çıkarıyor. Kavramların birbirine karıştığı, çıkış noktasından farklı bir yere evrildiği, amacının ve niyet edilenin aksine mevcut problemli durumları pekiştiren bir yerden ele alındığı söylenebilir. Sürdürülebilirlik, yeşil badana, yenilenebilir enerji, sıfır atık ise bu bağlamda örnek olarak sunabileceğimiz kavramlar olabilir. Bununla beraber bu tanımları, çalışmaları, politikaları her zamankinden daha iyi anlamamızın ve takip etmemizin gerekli olduğunu ifade etmek gerekir. Ne kadar iyi bir şekilde anlayabilirsek o kadar etkili adapte olabileceğimiz, uyum sağlayabileceğimiz ve mücadele edebileceğimiz iklim krizinin içerisinde yaşıyoruz. Tam da bu noktada Yeşil Düşünce Derneği olarak 10 yılı aşkın süredir  üzerinde çalıştığımız Yeşil Ekonomi alanı ile ilgili herkesin temel düzeyde fikir sahibi olabileceği bir rehber tasarlamak istedik. 

Yeşil Ekonomi Alet Çantası olarak tanımladığımız giriş niteliğindeki bu rehber; yeşil ekonomi ile ilişkili belli başlı kavramları, tarihsel bir akış içerisinde birbiriyle ilişkilendirerek açıklıyor. Kavramlara yönelik açıklamaların özellikle yeşil bir perspektif ile ele alındığını belirtmeliyiz. Bu bağlamda göreceğiniz Alet Çantası, sizlere Yeşil Ekonomi ile ilgili temel soruların yanıtını vermeyi; derinlemesine inceleme içinse gerekli kaynaklara yönlendirmeyi amaçlamıştır.

Bu çalışma Yeşil Düşünce Derneği’nin Heinrich Böll Stiftung Derneği ile beraber yürüttüğü Yeşil Ekonomi projesi kapsamında Yeşil Ekonomi Çalışma Grubunun katkılarıyla tamamlanmıştır.

YENİ DÜZEN (NEW DEAL)

“Yeşil Yeni Düzen”in köklerini, tarihi 1929 büyük buhranıyla başlatarak anlamaya çalışabiliriz. İnsanlık tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden biri, belki de en büyüğü, olmasından dolayı sonrasında sisteme içkin sorunlarla başa çıkabilmek ve sistemin dışladıklarını koruyabilmek için yeni bir anlayış geliştirmenin gerekliliği görülmüştür. Krizin patlak verdiği yerden, “Yeni Düzen” adıyla yeni bir öneri yükselerek; rahatlama, iyileşme ve reform başlıkları altında bir dizi öneriyle dünya ekonomik düzeninde farklı bir yola girilmesi sağlanmıştır. Yoksulluğa karşı “rahatlama” politikaları, ekonomik krize karşı “iyileşme” politikaları ve istikrarlı bir düzenin sağlanması için çeşitli “reformların” gerçekleştirilmesi bu önerilerin kısa bir tanımlamasını oluşturabilir. Her ne kadar farklı kesimler tarafından pek çok kez dile getirilmiş olsa da bu önerilerin hayata geçirilmesi için sistemin bir kriz tarafından vurulması gerekmiştir.

Bu noktada Yeni Düzen’den, Yeşil Yeni Düzen’e krizler üzerinden bir köprü kurabiliriz. Aynı 1929 Buhranı gibi İklim Krizi de insanlık tarihinin en büyük krizlerinden biridir ve yine bu krizden kurtulmak için yeni arayışlara ihtiyacımız olduğu gerçeğini yadsıyamayız. Yeni önerileri bu yaklaşım ile ele almak insanlık tarihinin gelişimi açısından da gayet mantıklı bir bakış açısı olabilir. Zira insanlığın gelişimi de önüne çıkan engelleri aşmak üzere ortaya koyduğu yenilikler bütünüyle sağlanmaktadır. Büyük bir kriz ile karşı karşıyayız ve bu kriz diğerlerinden farklı olarak insanlık ve gezegenin geleceğini tehdit eder boyutlara ulaşmış durumda. Kaybedecek bir dakikamız bile olmadığının farkına vararak, hemen harekete geçerek, gezegen üzerindeki yaşamı kurtarabiliriz!

İzleme Önerisi:

YEŞİL DEVRİM

İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya; yaşanan nüfus patlaması, üretim artışı -belli kesimler için- hızlı bir ekonomik gelişme, küreselleşme hareketleri ile boğuşurken aynı zamanda ve kolonyalizmin getirdiği sorunların başında olan açlık ve yoksulluk ile mücadele ediyordu. Bu dönemde bilimin devreye girmesiyle birlikte tarım alanında yaşanan gelişmelerin ve üretim artışının tamamına “Yeşil Devrim” diyebiliriz. Hatta bu alandaki bilimsel çalışmaları ve yeşil devrime katkıları sebebiyle Norman Borlaug 1970 yılında Nobel Barış Ödülünü kazanmıştır (Nobel Lectures, 1972). Tarımda yaşanan üretim artışı ile birlikte açlıkla daha etkili mücadele edilirken, verimli tarım uygulamaları sayesinde geniş tarım alanlarına duyulan ihtiyaç azalmış ve bu alanlar sanayi üretimi veya şehirleşme için kullanılmaya başlanmıştır. Ek olarak tarım sektöründe emek girdisine duyulan ihtiyacın azalması ile birlikte büyük kitleler imalat veya hizmetler sektörüne geçiş yaparak üretimin artmasına destek olmuştur. Çok büyük bir açlıkla karşı karşıya kalan halk kitlelerine sunulan destekler ile birlikte açlık sorunuyla mücadele edilirken bir yandan da bu toplumların hem üretim hem de tüketim pazarına girişi sağlanmıştır.

Yeşil Devrimin insanlığa katkıları görmezden gelinemez ancak tüm yaşananlara şu andan geriye dönüp baktığımız da “gerçek bir devrimden söz edilebilir mi?” sorusunu sormadan geçmemek gerekiyor. Eleştirilerle ilgili detaylı bilgiler için Zehirsiz Sofralar‘ın internet sitesini ziyaret edebilirsiniz.

003-book-1
Okuma Önerisi:

Biyogüvenlik ve GDO

002-book
Okuma Önerisi:

Yeşil Devrimin Tarihi ve Genel Bakış

SESSİZ BAHAR

Mevcut ekonomi politikalarının ortaya çıktığı yirminci yüzyıl, sermayenin doğal varlıklara ve toplumlara yönelik olan tüketici bakış açısı ile günümüzde katlanarak kendini gösteren çevresel tahribatın da ilk büyük örneklerini görmeye başladığımız zamanlar olmuştur. Tam da bu zamanlarda tarım uygulamalarında yeşil devrim gibi bir bakış açısının oluşturduğu çevresel tahribat ve sağlık krizi ile ilgili Rachel Carson Sessiz Bahar isimli kitabını çıkarır. 1962 yılında yayınlanan bu kitap, doğa korumacı bir anlayıştan modern çevreciliğe geçişin de simgesidir. O dönem içerisinde artan çevresel felaketlerle birlikte bu felaketlerin nedenleri de sorgulanır. Sorgulamalar ise beraberinde toplumsal eylemleri de getirmiştir. 

Sessiz Bahar’da insan faaliyetlerinin dünyanın dengesini bozduğunu vurgulayan Carson; verimlilik, büyüme gibi kavramların bu bozulmadaki ana aktörler olduğunu belirtir. Kitapta en özet haliyle verimlilik adı altında kullanılan tarım pestisitlerinin çevresel felaketlere sebep olduğu, buna maruz kalan tüm canlıların ise sağlıklarının olumsuz yönde etkilendiği ifade ediliyor. Carson’ın bu büyümeci politikayı eleştirdiği kitabı neredeyse 1 yıl boyunca Amerika’da bestseller  olarak kalmış, çok okunan ve ses getiren kitaplar arasında yerini almıştır. Kitabın öne sürdüğü düşünce; politik, ekonomik ve toplumsal ölçekte yeşil düşünce, yeşil ekonomi, ekoloji hareketleri gibi fikirleri, yapıları beslediği de söylenebilir.

Alfred Eisensteadt, Time and Life Pictures, Getty Images
003-book-1
Okuma Önerisi:

“Sessiz Bahar” Bir Çevre Hareketi Başlattı

002-book
Okuma Önerisi:

‘Silent Spring’ Triggered an Environmental Movement

YEŞİL DÜŞÜNCE

Sessiz Bahar’ın modern çevreciliğin kendisi için bir simge olduğundan bahsetmiştik. Kitabın yayınlanması ile birlikte sadece hareket ölçeğinde değil, bir ideoloji olarak da ‘yeşil hareket’ kendini tanımlamaya ve tartışmaya başlar. Ümit Şahin, 2012 tarihli “Yeşil ve Siyaset: Siyasal Ekoloji Üzerine Yazılar” isimli kitapta “Yeşil Düşünce” başlıklı yazısında  yeşil düşünceyi şöyle tanımlar:

umit

“Yeşil düşünce, çevre sorunları ve buna karşılık üretilen yanıtlar sonucu Batı’da ortaya çıkmıştır. Bu çevre sorunlarının ve ekolojik krizin sebeplerinin kaynağı Batı uygarlığında ve bu uygarlığın benimsediği değerlerdedir. Bu değerler sömürgecilik, aydınlanma düşüncesi, endüstriyalizm ve kapitalizm gibi doğa ve gezegen üzerinde yıkıcı etkileri olan sistemlerdir. Yeşil düşünce bu olguları analiz edip, ortaya çıkan sorunlara yanıt ararken Doğu düşüncesinden etkilenmiş ve bazı ilkeler etrafında gelişmiştir. Yeşil düşüncenin belirleyici odakları; ekoloji, doğrudan demokrasi, merkezsizleşme, bölgeselleşme, ölçek sorunu (küçülme, yavaşlama), şiddetsizlik ve sosyal adalettir. Yeşil düşünce Batı-merkezcilikten ve erkek egemen düşünceden olduğu kadar, insan-merkezci düşünceden de kopuşu içerir.”

003-book-1
Okuma Önerisi:
Ömer Madra & Ümit Şahin

Açık Yeşil:
Teorisi ve Pratiği ile Bir Ekoloji Rehberi

002-book
Okuma Önerisi:
Jon Burchell

The Evolution of Green Politics : Development and Change Within European Green Parties

YEŞİL EKONOMİ

Nedir?

“Yeşil Ekonomi” (“Green Economy”) ifadesi ilk kez 1989’da öncü çevre iktisatçısı David Pearce tarafından Birleşik Krallık Hükümeti için yazılan “Blueprint for a Green Economy” başlıklı raporda ekolojik dengelerin korunduğu bir ekonomi vizyonunu adlandırmak üzere kullanılmıştır. (bkz) BM Çevre Programı ise  Yeşil Ekonomiyi “çevresel riskleri ve ekolojik kıtlıkları önemli ölçüde azaltırken, insan refahını ve sosyal eşitliği iyileştiren ekonomi” olarak tanımlar. En basit ifadesiyle Yeşil Ekonomi, düşük karbonlu, kaynakları verimli kullanan ve sosyal olarak kapsayıcı bir ekonomi olarak düşünülebilir.

Daha kapsayıcı bir yeşil ekonomi tanımı mümkündür:

Birleşmiş Milletlerin yeşil ekonomiye yönelik bu tanımı uluslararası ölçekte kabul edilen resmi bir açıklamadır. Bununla birlikte yeşil politika ve ekolojik hak savunuculuğu alanında öğrendiklerimizle  geldiğimiz noktada bu tanımı revize etmenin gerekli olduğuna inanıyoruz.

Yeşil Ekonomi; sosyal adaleti ve eşitliği içeren, sadece insanlığın değil; tüm canlıların yaşam alanını ve hakkını gözeten, parçası olduğumuz gezegenin eşiklerine saygı duyarak; bölgesel iklim koşullarına uygun ve ekosistemi tahrip etmeyecek şekilde ekonomi politikalarının uygulanmasını hedefleyen bir disiplindir.

Ne tür faaliyetler yeşil ekonomi altında değerlendirilebilir:

“İnsan faaliyetlerinin doğa üzerindeki yıpratıcı etkilerinin giderilmesi, kaybolan doğal zenginliklerin mümkün olabildiği kadarının yeniden kazanılması (ormanlaştırma, ağaçlandırma vb.), atıkların zararsızlaştırılması, doğal yaşam alanlarının genişletilmesi ve çeşitli düzenlemelerle buraların yerleşim yerine açılmasının engellenmesi, tahrip edilen orman ve kıyı bölgelerinin yeniden eski haline getirilmesi, ekolojik mimarinin yaygınlaştırılması, kentsel alanlarda yaya ve bisiklet yollarının artırılarak karbon salınımının azaltılması, yeşil teknolojilerin kullanılması, temiz ve organik gıda üretimi için organik tarımın yaygınlaştırılması ve bunun için yapılacak düzenlemelerin küçük tarım zanaatkarları lehine sonuçlanmasının sağlanması (Şahin, 2017, ss. 28-33) ve bunun gibi pek çok yeşil adım, yeşil ekonomi adı altında incelenmektedir” (Dağdeviren, 2022; 31). Ek olarak yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının artırılması ile birlikte enerji üretiminde de yeşil alternatiflere yönelerek, ekonominin tamamı için yeşil bir gelecek tasarlanabilir.

Yeşil Ekonomi alanını sadece teorik olarak değil, gündelik hayat pratiklerimizde de nasıl tezahür ettiğini; bu alanda çalışan uzmanların, sivil toplum çalışanlarının, akademisyenlerin, iş insanlarının güncel yeşil ekonomi tartışmalarına dair görüşlerini konuşup tartıştığımız Yeşil Ekonomi Sohbetleri podcast serimizi takip edebilirsiniz. Yeşil işler, adil dönüşüm, yeşil devrim, yeşil belediyecilik gibi konular podcast içeriklerimizin anahtar kavramlarını oluşturmaktadır.

Peki Yeşil Ekonomi Ne Değildir?

Yeşil aklama (greenwashing) değildir. 

“Greenwashing” bir şirket veya kuruluşun, çevresel etkilerini fiilen en aza indirmek yerine, kendilerini sürdürülebilir olarak pazarlamak için daha fazla zaman ve para harcamasıdır. Bir aldatmacadır. Gezegenin iyiliğini önemseyen işletmeleri desteklemeyi seçen tüketicilerin gözüne girmek için kullanılan aldatıcı bir reklam yöntemidir. “Greenwashing”, iklim krizi, plastik atıklar, okyanus kirliliği, hava kirliliği ve türlerin yok olması gibi çevresel sorunlarla mücadelede büyük bir engel olarak karşımıza çıkmaktadır.

003-book-1
Okuma Önerisi:

Ünlü Firmalardan Yeşil Aklama: Greenwashing

Fosil yakıt endüstrisinin çalışmaları değildir. 

Fosil yakıt endüstrisi (kömür, petrol, katran kumu, doğalgaz vb.) uluslararası iklim politikalarına entegre olmak ve gücünü devam ettirebilmek adına birtakım argümanlar kullanmaktadır. Yeni teknolojiler kullanılarak kömürün yer altından olabildiğince ‘temiz’ bir şekilde çıkarılacağı ve ekosisteme daha az zarar vereceği üzerine söylemler örnek olarak gösterilebilir. Aynı şekilde yeşil enerjiye geçişte doğalgaz gibi yakıtların ‘köprü yakıt’  olabileceği söyleminden de bahsedilebilir. Köprü yakıt söylemi ve bu tarz yatırımlar hem sermayenin her alandaki kârı elinde tutma çabası hem de yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş sonrasında atıl kalacak yatırımlar bütününden başka bir şey değildir. Bu ve bu tarz örneklerle fosil yakıt endüstrisinin çalışmalarına devam ettiği noktada ‘yeşil’ bir ekonomi politikasından söz edemeyiz.

002-book
Okuma Önerisi:

Fosil Yakıt Safsataları

Plansız yenilenebilir enerji çalışmaları değildir. 

Yenilenebilir enerji, yeşil ekonominin en önemli ayaklarından birisidir. Zira gezegenin sağlığı için gerçekleştirilecek dönüşümün başında enerjide dönüşüm gelmektedir. Ancak plansız bir şekilde ve gezegen için değil de sermayenin kârlılığı için atılan adımlar beraberinde başka sorunları da getirmektedir. Özellikle fosil yakıt şirketlerinin yenilenebilir enerji alanında yaptıkları tekelleşmeyi farklı bir alana daha taşımakta ve enerji demokrasisinden uzaklaşılmasına neden olmaktadır. Devlet destekleri ile söz konusu bu şirketler yerine bireysel üreticinin veya enerji kooperatiflerinin desteklenmesi ile enerji demokrasisinin geliştirilmesine destek olacaktır. Yenilenebilir enerji üretimi konusunda dikkat edilmesi gereken bir diğer unsur da bu tesislerin kurulacağı alanların seçimidir. Tarım alanlarına, göç yollarına, zengin bir ekosistemin olduğu doğal ortamlara, bu alanları adeta biçerek kurulan rüzgar tribünü, güneş enerjisi sistemleri kurmak faydadan çok zarar getirebilecektir. Unutulmamalıdır ki iklim krizi ile mücadele, sadece yenilenebilir enerji tesisleri kurulmasıyla başarıya ulaşamayacaktır.

İzleme Önerileri:

Yeşil Ekonomi Disiplinindeki Bazı Tartışmalar

Sürdürülebilir Kalkınma

Gerek ulusötesi kurumların öncülüğünde ilerlemesi, gerek devletlerin kavramın içini boşaltmaya yönelik girişimlerinden kaynaklı olarak, Sürdürülebilir Kalkınma yaklaşımı pek çok kesimden ciddi eleştiriler almaktadır. . (Ayrıntılı bilgi için Ümit Şahin’in Truva Atı Olarak Sürdürülebilir Kalkınma makalesini inceleyebilirsiniz.)

Sürdürülebilir Kalkınma kavramı ilk olarak 1987 yılında Brundtland Raporunda, bir diğer adıyla “Ortak Geleceğimiz”, tartışmaya açılmıştır. Kavramın ilk amacının; büyüme ve gelişme hırsının, gezegen ve insanlık üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat çekmek olduğunu söyleyebiliriz. Sonrasında bu kavram farklılaşarak  nihai halini almıştır. 

Sürdürülebilir Kalkınma hedefleri küresel ölçekte bir amaçlar bütünü oluşturmaktadır. Bu kapsamda, hem insanlığın yüzleştiği ekonomik ve toplumsal sorunların giderilmesi amaçlanmakta hem de gezegenin geleceğini tehdit eden iklim krizi, kirlilik, doğal yaşamın devamı gibi başlıklar yer almaktadır. 

Bu konuya ilişkin en açık ve net bir şekilde yapılan tanımlardan birisi: 

“Sürdürülebilir kalkınma, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama yeteneğinden ödün vermeden günümüzün ihtiyaçlarını karşılamayı amaç edinmektir.” (Sustainable Development Commision)

İzleme Önerileri:

Küçülme

“Küçülme, enerji ve kaynak kullanımının planlı bir şekilde azaltılması demektir. Küçülme ile  ekonomi ve gezegen arasındaki denge düzeltilecek, eşitsizlik azaltılıp insan refahı artırılacaktır. Küçülmenin gayri safi yurtiçi hasılayı (GSYH) azaltmakla değil, malzeme ve kaynak kullanımını azaltmakla ilgili bir olgu olduğunun altını çizmekte fayda var. Ekolojik perspektiften bakıldığında önemli olan nokta bu.”

(Hickel, 2022; 149)  – Ekoloji Bir Arada Yaşamanın Geleceği

Küçülmeye dair bazı argümanlar:

• Bir büyüme-sonrası (post-growth) yaklaşımı olan “küçülme” herkes için talep edilen bir kavram değildir. Tarih boyunca ve günümüzde de zenginliğini ve endüstriyelleşmesini devam ettirmek için en çok enerji ve kaynak tüketimi yapan “Küresel Kuzey” için öncelikle talep edilmektedir.

• Az gelişmiş olarak nitelenen toplumların gelişimleri, ve gezegenin imkanlarından adil paylarını alabilmeleri için onlara yer açılması hedeflenmektedir. Nihayetinde gelişmiş ülkeler bulundukları noktaya gelebilmek için dünyanın belirli coğrafyalarındaki kaynakları (insan, doğa, maden) s.mürerek ekolojik bir borca girdi. Küçülme hareketi hem ekonomik ve coğrafi anlamda dekolonizasyonu hem de hayal gücünün dekolonizasyonunu amaçlamaktadır.

• Küçülme sadece ekonomiden ibaret bir kavram değildir. Demokrasi ve aşağıdan-yukarıya (bottom up) uygulamalar oldukça önemsenmektedir. Ek olarak şenliklilik (conviviality) de önemseniyor. Az çalışıp, az üretip az tüketip daha çok insani ilişkilere, doğa ile ilişkilere, politik katılıma yer açmaya odaklanılmaktadır.

İzleme Önerisi

002-book
Okuma Önerisi:

Ekonomik Küçülme İşe Yarayabilir

003-book-1
Okuma Önerisi:

``Degrowth`` mümkün mü?

001-music
Dinleme Önerisi:

Fikret Adaman ve Bengi Akbulut: Bildiğimiz Ekonominin Sonu

Simit Ekonomisi (Doughnut Economics)

“Simit Ekonomisi” (Doughnut Economics) kavramı Kate Raworth’un 2017 yılında yazmış olduğu “21. Yüzyıl İktisatçısı gibi Düşünmenin 7 Yolu: Simit Ekonomisi” kitabına dayanmaktadır. Bu noktaya gelmeden önce 2012 yılında yine Raworth tarafından yayınlanan Oxfam raporunda da simit kavramından bahsedilmektedir. En yalın anlamıyla simit, gezegensel sınırları temsil eder. Dış halka “ekolojik tavan”, iç halka ise “sosyal taban” olarak adlandırılır. Simit; içinde bulunduğumuz gezegeni tahrip etmeden, tüm insanlığın ihtiyaçlarını karşılamak için bir pusula görevi görmektedir. Sonuç olarak simit ekonomisi kavramı insanlığa yeni bir ekonomi modeli önerir. Ancak bu ekonomi modelinin diğer mevcut modellerden farkı, amaçlarımızı değiştirmemizi önermesidir. Ana hedefin “sonsuz” GSYH büyümesi yerine “Simit” içinde kalarak gelişmeyi, rekabet yerine paylaşımı öncelememiz gerektiği vurgulanır. 

İzleme Önerisi

002-book
Okuma Önerisi:

About Doughnut Economics

003-book-1
Okuma Önerisi:

A Safe and Just Space for Humanity

001-music
Dinleme Önerisi:

Kate Raworth Amsterdam Belediyesi ile Yaptıkları İşleri Anlatıyor:

Dekolonizasyon

Bugün yaşadığımız çoklu krizler çağının merkezine en başından beri birbirine geçmiş ikiliklerin yer aldığı sistemin varlığını koyabiliriz. Toplum ve Doğa, insan ve hayvan, sömürgeci ve sömürgeleştirilen, erkek ve kadın, batı ve diğerleri, beyaz ve beyaz olmayan, kapitalist ve işçi… Bu ikiliklerin her biri sırf dünyayı tanımlamaya veya kategorize etmeye yaramadığı gibi,  insanların yaşamı ve doğanın tüm bileşenlerini tahakkümle (baskıyla) ucuzlatma işlevini de gördü. 1400’lü yıllarla birlikte başlatabileceğimiz Antroposen Çağı (veya Kapitalosen Çağı) doğayla ve diğer canlılarla olan ilişkilerin farklılaşmasına ve sömürünün farklı bir düzleme taşınmasına neden oldu.

Bildiğimiz anlamdaki sömürgecilik yerini yeni sömürgecilik biçimlerine bırakmıştır. İklim krizinin yıkıcı etkileri, krizin meydana gelmesinde hiçbir katkısı olmayan küresel güneyi tehdit etmektedir. Bu gerçek, dekolonizasyonun iklim adaleti ve kuşaklar arası adalet gibi iklim aktivizmi ile gündeme gelen mücadele biçimleriyle birlikte düşünülmesinin de önünü açtı. Sömürgeciliği şiddet, acı ve baskıyla ilişkili küresel bir haksızlık olarak nitelendiren yaklaşım, dekolonizasyonu da bu dönemden kaynaklanan, insanların ve toplumların sömürülmesine yol açan güç ilişkilerini kırmak olarak tanımlıyor.

İzleme Önerisi

002-book
Okuma Önerisi:

Yedi Ucuz Şey Üzerinden Dünya Tarihi - Jason W. Moore

003-book-1
Okuma Önerisi:

Imperialist Appropriation in the World Economy: Drain From the Global South Through Unequal exchange, 1990–2015

002-book
Okuma Önerisi:

500 Yıllık Sömürgeci Geçmişin Sonuçlarıyla Yüzleşmeliyiz

YEŞİL YENİ DÜZEN

Yeşil Yeni Düzen; 2007-2008 ekonomik krizinden çıkış önerisi olarak ABD’de (bkz. Yeni Düzen maddesi) ortaya çıkmıştır ve aynı yıllarda AB’de de karşılık bulduğu ifade edilir. Bununla beraber Yeşil Yeni Düzen fikrini politik olarak ilk kez dile getirenlerin Yeşiller olduğunu belirtmeliyiz. 2009’da yapılan AB Parlamento seçimlerine Avrupa Yeşil Partisi (European Green Party) çatısı altında giren ulusal yeşillerin ortak seçim manifestosunun başlığı “Avrupa İçin Yeşil Mutabakat” idi. Krizden çıkışta yeşilleşme önerisi, 1980’lerden itibaren uluslararası alanda artarak dikkat çeken iklim krizinin kaçınılmaz bir sonucudur diyebiliriz.

Yeşil Yeni Düzen’in temellerini oluşturan iktisadi ve ekolojik sorunları yenilenebilir enerji yatırımlarıyla bir arada çözmek, kamu fonlarıyla desteklenen teknolojik yenilikler, yenilenebilir enerji ve ekolojik modernleşme gibi iktisadi canlanmanmayı hedefleyen öneriler ise ilk kez Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın Küresel Yeşil Yeni Düzen (2009) raporunda bahsedilmiş ve böylece Yeşil Yeni Düzen uluslar ötesi bir tartışma halini almıştır.

Yeni Düzen ve Yeşil Yeni Düzen, krizlerden çıkış için bir arayış niteliği taşıması ile benzeşse de tarihsel bağlamda getirdikleri öneri ve yeniliklerin iyi analiz edilmesi gerekir. Bu analiz; önerilerin işe yararlılığı, sürdürülebilirliği ve gerçekçiliğini kapsamalıdır.

Yeşil Yeni Düzen; yaşanan ekolojik tahribatları, iklim krizini ve ekonomik krizi aynı anda çözmeye odaklıdır. En öne çıkan hedeflerini şu şekilde sıralayabiliriz:

  • İklimin dengeye kavuşturulması için salımların azaltılması
  • Enerji üretiminde yenilenebilir kaynaklara geçilmesi
  • Enerji verimliliğinin sağlanması
  • Yeşil iş olanaklarının yaratılması ve adil geçiş
  • Herkese sağlık güvencesi
  • Kimsenin yoksulluğa terk edilmemesi
  • Bu hedeflerin kamu yatırımlarıyla sağlanması

Bunlar dikkate alındığında, Yeşil Yeni Düzen tartışmalarının, sürdürülebilir kalkınma, yeşil büyüme, döngüsel ekonomi politikalarıyla paralel olarak 1- büyümenin sürdürülmesi, 2- çevrenin ve iklimin korunması, ve 3- toplumsal adaletin gözetilmesi gibi temellerde ortaklık taşıdığı söylenebilir. Bununla beraber tümden sistem değişikliği talep eden radikal alternatiflerine göre merkez siyasete daha yakın önerileriyle popülerleşmesi kolay olmuş bir anlayıştır.

Yeni Düzen’de olduğu gibi, krize sebep olan temel problemlerin çözümlenmeyip var olan kapitalist sosyo-ekonomik ilişkileri küçük değişikliklerle sürdürmek kısa vadede krizin etkilerini hafifletse de uzun vadede hiçbir “yeni düzen” inşa etmemesi sebebiyle işe yararlılık, sürdürülebilirlik ve gerçekçilik açısından sorgulanır ve sınıfta kalır. İşte bu noktada Yeşil Yeni Düzen’i Yeni Düzen’den ayrıştırmamız gerekir. İklim krizinin gezegeni tümden tehdit etmesi ve hata lüksümüzün olduğu bir uzun vade seçeneğinin bulunmaması sebebiyle Yeşil Yeni Düzen’in süregelen sosyo-ekonomik ilişkileri inceleyip bunları değiştirip, dönüştürüp, yeniden yapılandırması gereklidir.

Maalesef mevcut gidişatta baskın politik aktörlerin Yeşil Yeni Düzen öneri ve tartışmaları bu gerekliliği gerçekleştirmekten oldukça uzak. Yeni Düzen’deki gibi mevcut ilişkilerin ufak değişikliklerle ve kısa vadede hafifletilmiş etkilerle yeniden üretildiği bir çıkmaza girildi.

İzleme Önerisi

Daha fazla bilgi için Doç. Dr. Sevil Acar’ın (Boğaziçi Üniversitesi), 3 Aralık 2019 tarihinde gerçekleşen 9. Yeşil Ekonomi Konferansı’nda yaptığı ‘İklim Değişikliği Politikasında Alternatif Kurgular ve Olası Sonuçları’ başlıklı konuşmasını izleyebilirsiniz.

YEŞİL İŞLER

Yeşil işler teorinin pratiğe dönüşebileceği potansiyel bir alandır. Yeşil ekonominin, Yeşil yeni düzenin, AB yeşil mutabakatının, yeşil düşüncenin hayattaki somut karşılığı nedir diye sorduğumuzda cevaplardan birinin yeşil işler olduğunu söyleyebiliriz.   

Gezegenimiz ve yaptığımız işler temel olarak birbiriyle bağlantılıdır. İçerisinde yaşadığımız gezegende topluluklar ve bireyler olarak ürettiğimiz işlerin sürdürülebilir olması ve sağlıklı bir şekilde ilerlemesi için ‘yeşil’ bir perspektif içerisinde düşünmek gerekiyor.  Geleceğimizin devamlılığının  düşük karbonlu ve kaynak verimli  bir ekonomiye  doğru adil bir geçişle  mümkün olduğunu bilmeliyiz. İklim krizi ve çevresel bozulma  milyonlarca işi ve geçim kaynağını etkilemektedir. Yine de ekonomiyi ayakta tutabilmek, çalışma hayatının kalitesini yükseltmek, insana yaraşır işler yaratmak için  önümüzde hala sayısız fırsat var (ILO, 2023). Her ne kadar iklim krizini bir fırsat olarak sunmak hoş görünmese de yaşadığımız bu kriz ortamından çıkmak için yapabileceklerimiz bizleri hem daha iyi bir geleceğe hem de daha iyi işlere kavuşturabilir. Hali hazırda var olan yeşil işlerin geliştirilmesi veya yeni yaratılacak yeşil işler ile birlikte dünya halklarının geleceğini kurtarmak için aksiyon almanın bizim elimizde olduğunu söyleyebiliriz. Yeşil işleri sadece mevcut sektörlerin iklim uyumunu ve adaptasyonunu gözeten bir yerden kendilerini revize etmeleri ile tanımlayamayız; aynı zamanda bu sektörlerde çalışan insanların da haklarının gözetildiği, insani koşulların tesis edildiği bir anlayışın benimsenmesi gerektiğini önemle vurgulamalıyız. Şemsiye bir tanım olan yeşil işler esasında içerisinde pek çok sektörü barındırmaktadır. Bu sektörlerin bir kısmını Robert Richardson’ın (2013) “Building A Green Economy The Case for an Economic Paint Job” adlı makalesinden referans alarak alt başlıklar halinde kısa kısa derlemek istiyoruz. 

Yeşil Ulaşım (Green Transportation)

Ulaşım sektörü küresel karbon emisyonlarının beşte birinden sorumludur. Bu karbon emisyonlarının salımının da %74 oranında karayolu taşımacılığından kaynaklandığı belirtilmiştir (Our World in Data, 2020).

Böyle bir noktada ulaşım sistemlerinin iklim değişikliğine katkısını minimize edecek ve etkilerine karşı da kendisini maksimum düzeyde koruyabilecek şekilde yeniden tasarlanması gereklidir. Ulaşım sistemlerinin, kentlerin bir nevi can damarları olması da aynı zamanda iklim değişikliğinin kent ölçeğinde uyum ve adaptasyonuna yönelik de önemli bir adımı oluşturuyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporlarına göre, önümüzdeki süreçte iklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarının daha hızlı, daha yaygın ve daha şiddetli olacağını  bildirmektedir (IPCC, 2021).Bu bağlamda ulaşım altyapısının dirençliliğinin güçlendirilmesi, aynı zamanda kentlerde iklim değişikliğine uyumun sağlanması  için de bir gerekliliktir (Ebinger ve Vandycke, 2015, s.2).

Şekil 2’de görüldüğü üzere elektrik ve ısı üretimi CO2 emisyonlarının %42’sinden sorumludur. İmalat ve inşaat sektörünün emisyonlardaki payı %21’dir. Ulaşımın payı %22’dir. Ulaşım sektöründe CO2 emisyonlarına baktığımızda otomobiller %40 ile en çok emisyona neden olmaktadırlar. 

Pek tabii ki yeşil ulaşım, “yeşil” kelimesinden dolayı sadece iklim-çevre boyutunda düşünülmemeli. Burada aynı zamanda sürdürülebilirlik kavramını vurgulamalıyız. Sürdürülebilirliğin üç ayaklı bir yapı olduğu ifade edilir. Çevresel/ekolojik, ekonomik ve sosyal. Çevresel olarak sürdürülebilir ulaşım en az emisyon yaratan, yaygın, otomobil kullanımının azaltıldığı, dağınık kentsel gelişmeyi önleyebilen, kontrollü gelişme sağlayan bir ulaşım sistemidir.

Ekonomik açıdan sürdürülebilir ulaşım, yakıt kullanımını azaltan, enerji verimliliğini artıran, altyapı yatırımlarının ve kullanımının verimli ve etkin olduğu, kaza riskinin, kaybedilen zamanın ve trafik sıkışıklığının azaltıldığı bir ulaşım sistemidir.

Sosyal açıdan sürdürülebilir ulaşım ise maliyetinin herkes tarafından ödenebilir düzeyde olduğu, herkese erişebilirlik sağlayan bir ulaşım sistemidir (Sutcliffe, 2012).

Şekil 1 | Kaynak: Our World in Data, 2020
Şekil 2 | Küresel sera gazı emisyonlarında ulaşım sektörü (Rodrigue, J. P. (2020))

Yeşil Tarım

Yeşil tarım, sürdürülebilir tarım veya organik tarım olarak da bilinen bir tarım yaklaşımıdır ve çevresel sürdürülebilirlik, biyoçeşitliliği koruma ve doğal varlıkların sorumlu kullanımını önceliklendirir. Yeşil tarım, otonomi (kendine yeterlilik), yerellik, yapay kimyasalların reddi, köy tarımı ve kültürünün desteklenmesi gibi değerlere önem verir. Ek olarak üretim ve tüketim noktalarının birbirine yakın lokasyonlar seçilmesiyle birlikte ulaşım maliyetleri ve dolayısıyla lojistik kaynaklı karbon  emisyonları da azaltılabilecektir.

Yeşil ve sürdürülebilir tarımın önündeki engeller; kirlilik, biyoçeşitlilik kaybı, toprak bozulması/besin kaybı/erozyon, su kıtlığı/tuzluluk, endüstriyel tarımın yüksek karbon ayak izi, doğal kaynakların ve yer altı sularının tükenmesi olarak sıralanabilir (OECD, 2010). Yeşil tarım uygulamaları ile hem bu engelleri aşmak hem de iklim kriziyle mücadele ederken sağlıklı besinlere ulaşmak mümkün olacaktır. Ayrıca Tarım sektörü yoksulluk sınırı altında yaşamını idame ettirmek zorunda kalan insanların da yegane geçim kaynağıdır. Tekelleşmenin önüne geçip, yerelleşmenin önünün açılmasıyla söz konusu yoksul kesimlerin de refahını artırmak mümkün olabilir.

Gezegensel sınırları aşmadan tarımsal üretim ve tüketimin mümkün olabileceğini gösteren yeşil tarım uygulamaları için bazı ilkelerden bahsedilebilir. Bunlar; ekolojik tarımsal uygulamaların devreye sokulması, kimyasal (veya yenilemez) girdi kullanımından vazgeçilmesi, maddi sermaye yerine beşeri sermayenin artırılarak çiftçilerin verimliliğinin artırılması, kolektif bir bilinçle üretim gerçekleştirilmesi, doğal kaynakları ve ekosistemi koruyarak üretim gerçekleştirilmesi şeklinde tanımlanabilir (Pretty, 2008).

Tarımsal üretimdeki mevcut teknolojilerin enerjiye çok fazla bağımlı olmasından kaynaklı olarak, enerji fiyatlarındaki ufak dalgalanmalar gıda fiyatlarına doğrudan etki etmektedir. Bu durum göz önüne alındığında yoksul kesimlerin gıda güvenliğinin risk altında olduğu görülecektir. Hem yeşil enerjinin tarımda daha fazla kullanılması hem de enerji bağımlı olmayan akıllı ve ekolojik tarım uygulamalarıyla gıda fiyatlarının, enerji fiyatlarına olan bağımlılığı azaltılabilecektir. Böylece üretici açısından maliyetlerde azalma olurken, tüketiciler için de gıda güvenliği, uygun fiyatlara sağlıklı gıdalara erişim imkanı gibi avantajlar sağlanabilecektir. Ek olarak tarımsal üretimdeki enerji dönüşümü sayesinde tarım sektörünün yüksek karbon emisyonlarının azalmasına sebep olacaktır.

Yeşil Tasarım/İnşaat (Green Design/Construction)

Yeşil tasarım birçok kavramı beraberinde getirmektedir. Farklı çevrelerde çevre dostu mimarlık, eko-tasarım, sürdürülebilir tasarım gibi kavramlar benimsenmiştir. Yeşil tasarım kavramı sadece mimari tasarımdan ibaret değildir, ancak daha çok bu çerçevede anlaşılmaktadır. Yeşil mimar, tasarladığı yapıyı doğa dostu malzemeler ve yöntemlerle hayata geçirmeyi amaçlar.

Yeşil mimari ve yeşil tasarım ile inşa edilen binaların belli özellikleri taşıması gerekmektedir. Örnek olarak, enerji ihtiyacını yenilenebilir enerji kaynakları olan rüzgar ve güneş enerjisi ile sağlamak, aydınlatma ve cihazlarda enerji tasarruflu ürünler kullanmak, mimari inşa sürecinde toksik olmayan ve geri dönüştürülebilir ürünleri tercih etmek, daha küçük ve verimli alanlara sahip olmak, doğal yaşama zarar vermemek, doğru bir konum ile güneş ışığından ve rüzgardan en iyi şekilde faydalanmak, yağmur suyunun tekrar kullanımına imkan vermek, yerel bitki örtüsünü peyzajda kullanmak örnek olarak verilebilir (Ekolojist, 2018). Ayrıca yapılarda, bölgenin iklimine uygun ve bölgeye özgü yerel malzemeler kullanarak hem ısıtma/soğutma kaynaklı enerjiden hem de malzemelerin taşınmasından doğacak enerjiden tasarruf sağlanabilir. Böylece karbon emisyonlarının azaltılması için ek bir adım daha atılmış olacaktır.

İnşaat dışında tekstil sektöründe de yeşil tasarıma ağırlık verilmelidir. Tekstil sektörü suyu yoğun olarak kullanan sektörlerin başında gelmektedir. Hammadde üretiminde ve giysilerin üretim aşamalarında su tüketimini azaltacak ar-ge çalışmalarının yapılması önemli olacaktır. Bunun dışında tekstil fabrikalarının enerji ihtiyaçlarını yenilenebilir enerjiden sağlamaları da önemlidir. Fabrikalar geniş kurulum alanlarına sahiptirler. Güneşlenme süresi yüksek olan bölgelerde çatı üstüne yerleştirilen güneş panelleri ile fosil yakıt kaynaklı enerjiye olan bağımlılıkları oldukça azaltılabilir. 

Kozmetik sektörü ambalaj atıklarının yoğun olarak gözlendiği bir sektördür. Özellikle plastik ambalajlar yoğun olarak kullanılmakta her gün yığınlar halinde şampuan ve duş jelleri kutuları çöp olarak atılmaktadır. Geri dönüşümü destekleyen politikalar oluşturulmalı ve ambalajlama için doğa dostu ürünler üzerine araştırmalar yapılmalıdır. 

Hazır gıda sektörü de yoğun olarak plastik ambalaj kullanmaktadır. Sektörlere baktığımızda plastik ambalajların yoğun olarak kullanıldığı görülmektedir. Plastik atıkları azaltmak için plastik ambalaj tüketimi ve kullanımı azaltılmalı, sektörler ambalaj tasarımlarında ar-ge çalışmalarına yoğunluk vermelidirler.

002-book
Okuma Önerisi:

Sürdürülebilir Moda, Şölen Kipöz (Editör), Yeni İnsan Yayınları

Yeşil Su Yönetimi

Dünyanın kendi dengesi içerisinde tüm doğal sistemlerin bir döngüsü vardır. Su döngüsü de suyun atmosferin üst katlarında yoğunlaşıp yağış olarak yeryüzüne ulaşmasından sonra, güneşin etkisiyle buharlaşma ve terleme yoluyla atmosfere geri dönmesi olarak tanımlanabilir.

İklim değişikliği sebebiyle su döngüsünün doğal dengesinin aksine, su varlıklarının dünyada bulunduğu yer ve zaman değişmektedir. Bu durum dünyanın bazı yerlerinde ani şiddetli yağışların artmasına sebep olurken bazı yerlerinde de kuraklığı şiddetlendirmektedir. Bunun sonucunda sahip olduğumuz su varlıklarının  yaşadığımız şehirlerde, tarımda, endüstriyel üretimde yönetimi güçleşecektir. 

Yapılan su fakirlik indeksine göre dünya ülkeleri sıralamasında Türkiye 147 ülke arasında 78. sırada yer almaktadır (Lawrance; Meigh & Sullivan, 2002). Yani Türkiye su fakiri olma yolunda ilerleyen bir ülke ve iklim krizi ile birlikte bu sürece çok daha hızlı ve vahim bir şekilde maruz kalıyoruz/kalacağız. Tüm bu tespitlerin akabinde yeşil bir su yönetimi ile bu sürece karşı nasıl mücadele edebilir; kentlerimizde ve yaşam alanlarımızda uyum ve adaptasyonu geliştirebiliriz: Tarım ve sanayi sektöründe içme suyu ve kullanma suyu için kayıp/kaçak oranlarının azaltılması, yağmur suyu hasadı, vahşi sulamadan vazgeçilmesi, damla sulama tekniklerinin kullanımı, endüstriyel üretim bölgelerindeki kontrollerin artırılması, sıfır deşarj yaklaşımının yerleştirilmesi, atıksuların geri kazandırılması gibi uygulamalardan bahsedilebilir. Yeşil su yönetimi için kamu ve yerel ölçekte uygun politikaların geliştirilmesi, güçlendirilmesi, iklime uyumlu mevzuatların yapılması ve sıkı bir şekilde takibi gereklidir. Yeşil su, sürdürülebilir ve çevre dostu su yönetimi uygulamalarını ifade eder. Yeşil su politikaları ve yaklaşımları, su kaynaklarının sürdürülebilir kullanımını, su kirliliğinin azaltılmasını, su kaynaklarının korunmasını ve suyun adil dağıtımını hedefler.  Yeşil suyla ilgili bazı politikalar ve konular şu şekilde sıralanabilir: Su kaynaklarının yönetimi (Havza yönetimi, su verimliligi), su kirliliği ve arıtma (su kirliliği kontrolü,arıtma altyapısı), su politikaları ve işbirliği (ulusal su politikaları, uluslararası işbirliği),  iklim değişikliği ve su (iklim değişikliği uyum politikaları). Tüm bu süreçlerin yürürlüğe girmesi, işletilmesi ve takibi ise yeşil istihdamın bir parçası olacaktır. 

İzleme Önerisi

003-book-1
Okuma Önerisi:

TEMA'nın Küresel Su Döngüsü Sitesi

002-book
Okuma Önerisi:

Türkiye’de ve Dünyada Su Krizi ve Su Hakkı Mücadeleleri

003-book-1
Okuma Önerisi:

Suya Erişim Hakkından Suyun Akma Hakkına

002-book
Okuma Önerisi:

Büyüyen Su Krizine Çözüm Arayışları

İzleme Önerisi

Yeşil Atık Yönetimi

Atık türleri IPCC tarafından evsel, endüstriyel ve diğer atıklar olmak üzere üç kategoride değerlendirilmektedir (IPCC, 2006).  Ülkeler ortaya çıkan atıkların yönetimi için genel olarak iki farklı metod üzerinden ilerlerler: hiyerarşik ve interaktif. Bu bağlamda uygulamalarda farklılıklar olmak ile beraber kaynağında azaltım, yeniden kullanım, geri dönüşüm, kompost, atık yakma ve depolama gibi başlıklar altında atık yönetiminin süreçleri ele alınmaktadır. Atık yönetiminin ‘yeşil bir şekilde’ gerçekleştirilmesi özellikle de büyük kentlerde iklim uyumu ve adaptasyonu açısından da elzemdir. Bu bağlamda uluslararası ve ulusal mevzuatların iklim eylem planlarına uygun bir şekilde güncellenmesi ve somut adımların da revize edilmesi gereklidir. 

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Ulusal Atık Yönetimi Eylem Planı 2023 adlı çalışmasında atık yönetimini ve gerekliliğini şu şekilde tanımlamaktadır:

“Atıkların, geri dönüşüm ve geri kazanım süreci içerisinde değerlendirilmeden bertarafı, hem maddesel, hem de enerji olarak ciddi kaynak kayıplarına neden olmaktadır. Geçmiş yıllardan günümüze Türkiye genelinde atık üretimi artmaya devam etmekte ve bu artış atıkların sürdürülebilir yönetiminin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Sürdürülebilir atık yönetimi;  atık önleme, tekrar kullanım, geri dönüşüm ve geri kazanıma odaklanmayı, atık hiyerarşisini yukarı taşımayı gerektirmektedir.” 

003-book-1
Okuma Önerisi:

Ulusal Atık Yönetimi ve Eylem Planı

Yeşil Enerji

Yeşil enerji, çevre dostu ve sürdürülebilir enerji kaynaklarına dayalı enerji üretimi ve tüketimini ifade eder. Yeşil enerji, fosil yakıtların kullanımının durdurulması ve karbon emisyonlarının düşürülmesi gibi hedefleri desteklerken, enerji güvenliğini sağlama amacını taşır. Yeşil enerjinin politik arka planı şu şekilde ele alınabilir: enerji politikaları ve teşvikler (yenilenebilir enerji hedefleri, mali teşvikler), yasal düzenlemeler ve standartlar (yenilenebilir enerji yasaları, karbon emisyonu azaltma hedefleri), uluslararası işbirliği ve anlaşmalar (Paris Anlaşması, Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA)), inovasyon ve araştırma (Ar-Ge yatırımları, enerji verimliliği standartları). Yapılan çalışmalar göstermektedir ki; net sıfır karbon hedeflerine ulaşabilmek için küresel enerji dönüşümü yatırımlarının iki-üç kat artması gerekiyor (Shura, 2023).

Yeşil enerji dönüşümü ile birlikte;

  • Enerji demokrasisi 
  • Doğanın korunması
  • Karbon emisyonlarının düşürülmesi
  • Kamu sağlığının gözetilmesi
  • Yeni istihdam alanlarının yaratılması

gibi konularda iyileşmeler sağlanabilir. Bu iyileşmeler hem gezegenin hem de insanlığın geleceği için büyük önem arz etmektedir. Dünya Sağlık Örgütünün açıklamasına göre Dünya nüfusunun %99’u sağlıksız hava koşullarında yaşamaktadır (WHO, 2022). Bu durum düşünülürse enerji üretiminde yeşil alternatiflere geçiş (ki bize göre alternatifler değil zorunlu olarak kullanılması gereken enerji üretim yöntemleri) tüm canlı yaşamını ilgilendirmektedir.

003-book-1
Okuma Önerisi:

Yurttaş Enerjisi: Enerji Demokrasisini Gerçekleştirmek

002-book
Okuma Önerisi:

Enerji demokrasisi. Türkiye’deki enerji sektörünün politik, teknolojik ve ekonomik yönleri üzerine yapılan çalışmalar ve tartışmalar.

003-book-1
Okuma Önerisi:

Of renewable energy, energy democracy, and sustainable development: A roadmap to accelerate the energy transition in developing countries - ScienceDirect

002-book
Okuma Önerisi:

The Role of Energy Democracy and Energy Citizenship for Participatory Energy Transitions: A Comprehensive Review

AB Yeşil Mutabakatı

2020 yılında onaylanan AB Yeşil Mutabakatı “2050 yılına kadar AB’yi net sera gazı emisyonlarının olmadığı ve  ekonomik büyümenin kaynak kullanımından ayrıştırıldığı modern, kaynakların verimli kullanıldığı ve rekabetçi bir ekonomiye sahip adil ve müreffeh bir topluma dönüştürmeyi amaçlayan yeni bir büyüme stratejisidir.”

Mutabakat çerçevesinde “Sürdürülebilir Bir Gelecek için AB Ekonomisini Dönüştürmek” ana amaç olarak özetlenebilir. Çeşitli politikalar ve önlemler ile birlikte hem iklim krizi ile mücadele etmek hem de daha adil bir toplum oluşturmak amaçlanmaktadır.

Türkiye’yi Bekleyenler

Mutabakatta yer alan “AB; komşularını ve paydaşlarını sürdürülebilir bir yolda kendisine katılmak üzere harekete geçirmek için etki alanını, uzmanlığını ve mali kaynaklarını kullanabilir” bölümü Türkiye’nin de mutabakattan doğrudan etkilenmesi olasılığını bizlere göstermektedir. Türkiye’yi doğrudan etkileyecek mutabakat başlıkları;  

  •         Sınırda karbon düzenleme mekanizması
  •         Yeşil ve döngüsel bir ekonomi
  •         Yeşil finansman araçları
  •         Enerji arzı
  •         Sürdürülebilir tarım
  •         Sürdürülebilir ulaşım
  •         Diplomatik ilişkiler

şeklinde özetlenebilir. Söz konusu bu ana başlıklar çerçevesinde Türkiye’de hem devletin kendisine hem de özel sektöre birçok iş düşmektedir. Bu sebeple Avrupa Birliği’ne uyum politikalarına ek olarak Yeşil Mutabakata uyum için de yeni politikalara ihtiyaç duyulduğu aşikardır. Bunların yanı sıra kamuoyu ve sivil toplum kuruluşları da birer paydaş olarak bu yeni düzene geçişte politikaları hem talep eden hem de düzenleyen bir konumda yer almak için çaba göstermelidir. 

Türkiye’nin AB Yeşil Mutabakatı’na Uyumunu Güçleştiren Unsurlar:

  •  Firmalar AB Yeşil Mutabakatı’nın Kendilerini Nasıl Etkileyeceğini Bilmiyor
  •  Mutabakatla Alakalı Düzenlemelerin ve Gelişmelerin Topluca Yer Aldığı Bir Yerin Olmaması
  •  Farklı Kamu Kurumlarında Sorumluluk Bulunması
  • Finansal Kaynaklara Nasıl Erişileceği Konusunda Dağınıklık Olması
  • Organizasyonların Daha Sürdürülebilir Olabilmesini Sağlayabilecek Nitelikli Personel Bulunmaması
  •  Enerji Verimliliği ve Döngüsel Ekonominin Faydaları Tam Olarak Bilinmiyor
  • Türkiye’deki Yasal Düzenlemelerin AB Yeşil Mutabakata uyumu konusunda problemler yaşanması
  • Sürdürülebilirlikle İlgili Eylemlere Geçilmesinin Yüksek Oranda Yabancı Şirketlerin Talepleriyle  Hayata Geçmesi
  • Yeşil Dönüşümün Gerekliliği ve İklim Değişikliğinin Meydana Getireceği Tahribatla Alakalı Toplumsal Bilincin Zayıf Oluşu
  •  Yeşil Dönüşümle İlgili Terminoloji Konusunda Bilgi Eksikliği
002-book
Okuma Önerisi:

AB yeşil Mutabakat (Yeşil Düşünce Derneği Çevirisi)

003-book-1
Okuma Önerisi:

Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması Uygulamaya Geçtiğinde Şirketlerimizi ne Bekliyor?

002-book
Okuma Önerisi:

Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması (SKDM)’nın İşleyişi ve Alınması Gereken Tedbirler

KATKI SUNANLAR

Gönüllülerimiz

Nazlıcan Güvenoğlu

Gönüllü

Özlem Taşdemir Teke

Gönüllü

Özüm Çelik

Gönüllü

Sercan Köksal

Gönüllü

Tansu Yeşilkır

Gönüllü

Ufuk Anıl

Gönüllü

Ekibimiz

Özge Doruk

Proje Koordinatörü

Güneş Akçay

İletişim Koordinatörü - Tasarım

KAYNAKÇA