TÜRKİYE’NİN KÖMÜR HİKAYELERİ

TÜRKİYE’NİN KÖMÜR HİKAYELERİ

Türkiye’de iklim değişikliği ve hava kirliliği büyük ölçüde kömür demektir. Elbette iklim değişikliği gibi devasa bir sorunu tek bir başlığa indirgemek mümkün değil. İklim değişikliğinin ekonomik etkileri, tarım ve hayvancılıktan kaynaklanan emisyonlar, uyum, enerji verimliliği, yenilenebilir enerji, hepsi son derece önemli başlıklar. Hava kirliliğinin en önemli nedenleri arasında motorlu araç trafiğinin payı da büyük. Ancak her iki konudan da söz ederken, kömürü göz ardı etmek, sadece eksik değil, aynı zamanda yanıltıcıdır. En yüksek emisyonlu fosil yakıt olan kömür, Türkiye’de karbon dioksit emisyonlarının üçte birinden sorumlu. Hava kirliliğinden kaynaklanan ölümler ve hastalıklar da bazı büyük şehirlerin yanı sıra büyük ölçüde kömürlü termik santralların olduğu bölgelerde yoğunlaşıyor. Ancak kömür, Türkiye’nin enerji politikalarını esir almış durumda. Kömürün daha fazla kullanımını hedeflemeyen bir enerji politikası kabul görmüyor. Kömürün sosyal ve ekolojik maliyetlerinin çok yüksek olduğu ve yenilenebilir enerjinin sürekli ucuzladığı gözardı edildiği için, kömürün hâlâ en ucuz enerji kaynağı olduğuna inanılıyor. Oysa daha fazla kömür kullanımı, nasıl rasyonalize edilirse edilsin, hem dünya ülkelerinin kabul ettiği uluslararası iklim politikalarına, hem de çevre sağlığını geliştirmek için alınması gereken temel önlemlere aykırı. Paris İklim Antlaşması, henüz yeterli bağlayıcılıkta ve sağlamlıkta olmasa da, kömürün devrinin bitmek üzere olduğuna dair bir işaret fişeği oldu. Dünya ülkeleri kömürden uzaklaşmak için politikalar ve alternatifler üretiyor. Bu nedenle bugün Türkiye’de iklim politikalarından ve çevre sağlığından bahsederken, önce kömürü sorgulamak, önce kömürle mücadele etmek gerekiyor. *** Türkiye’de bugün bildiğimiz anlamda yeşil hareketi ve çevreciliği başlatan da kömüre karşı verilen mücadeledir. Seksenlerin ortalarında Muğla Yatağan Termik Santralı’nın yarattığı kirlilik ve Gökova Körfezi’nin en güzel yerine kömürlü termik santral kurulması nedeniyle başlayan hareketler, Yeşiller Partisi’nin ve yerel ekoloji mücadelelerinin doğmasına neden oldu. Yeşiller’in tarihindeki en önemli kampanya olma niteliğini hâlâ koruyan ve başarıyla sonuçlanan çevre mücadelelerinin en parlak örneği olan 1990 Aliağa termik santral karşıtı hareketi de tarihin unutulmaz sayfaları arasında yer alıyor. Yatağan, Muğla ve Aliağa’dan sonra sayısız terÖNSÖZ mik santral mücadelesi doğdu. Ertelenmesi, tamamlanamaması sağlanan çeşitli örneklerden sonra, 2015’de, Aliağa’dan 25 yıl sonra, Gerze termik santralı da yöre halkının kararlı mücadelesi sayesinde iptal edildi. Bugün artık kömüre karşı hareketler sadece yerelde yaşayan insanların topraklarını ve sağlıklarını korumak için verdikleri mücadeleler olarak görülmüyor. Bu mücadeleler artık küresel düzeydeki iklim adaleti hareketinin de bir parçası. Çünkü iklim değişikliğine neden olan kömürlü termik santrallar ve kömür madenleri hem yerelde havayı, suyu, toprağı kirletiyor, hem tarım alanlarını ve yerleşim yerlerini tahrip ediyor, hem de küresel iklimi değiştiriyor. Artık mücadeleler bir bütün. Bu nedenle artık uluslararası ve ülke çapındaki enerji ve iklim polilitikalarıyla ilgili yaptığımız tartışmaları, küresel iklim adaleti hareketiyle ve yerel mücadelelerle birleştirerek ele almak zorundayız. Ayrıca bu hem bir yaşam, hem de demokrasi mücadelesi. *** İkinci bölümü Yeşil Gazete’de bir yazı dizisi olarak da yayımlanan bu çalışmada kömürün bu iki yüzüne, enerji politikalarına dair temel arka plan bilgilerine ve Türkiye’nin birkaç bölgesinde kömür madenlerinin ve termik santralların mağduru olan yerel halkın hikayelerine yer veriyoruz. Bu çalışmanın hazırlanmasına emek veren, araştırmayı yapan, yazı dizilerini hazırlayan arkadaşlarımız Özgecan Kara ve Gözde Kazaz, bize kömüre dair elle tutulur bir hikaye anlatıyorlar. Yerel ve küresel mücadelelerin birleştirilmesi yolunda hepimize ilham vermesini diliyorum. Dr. Ümit Şahin Yeşil Düşünce Derneği Proje Danışmanı

Yayın Tarihi

İstanbul – 2016

Yayın Türü

Faaliyet Raporu